Baharı özleyen bir yürek vardı kışın bağrında, bir genç kızın umutları gibiydi Düşüncelerindeki hayaller… Hayat ve kadın iki sonsuz rakip gibiydi benim coğrafyamda… İnsan, hayat ile vurmak istiyordu kadına…
Dünya coğrafyası kadına gereken değeri vermedi/veremedi… Oysa kadın her yürek için bir ihtiyaç, bir sükunet, bir liman, duygusal ve ruhsal bir besin kaynağı olmasına rağmen hakettiği değeri bulmadı/bulamadı…
Zühre, kurak bir coğrafyada açan bir Kardelen misali küllerinden yeniden doğan bir kadındır…
Coğrafyanın olumsuz, baskıcı, ezici geleneği içinde doğmasına rağmen; özgür iradesine saygı duyan, kader kalemine sahip çıkmaya çalışan yürekli bir kadındır…
O bir isyancıydı… Göndere çektiği isyan bayrağına ısrarla sahip çıkıyordu. Güçlü ve kanıksanmış bir gelenek karşısında zayıf bedenine rağmen isyancı ruhu çok güçlüydü Zühre’nin…
Bu güzel isyancının adını Zühre koymuştu Yusuf. Çünkü Zühre haksızlıkların karanlıklarında parlayan bir yıldızdı…
Aslında her kadın güçlüdür. Fakat her kadın gücünün farkında değildir… Kadını tanımlamak gerekirse; kadın paylaşılmayan tek varlıktır. O bir erkeğin onuru, şerefi, haysiyetidir….
Zühre ve Yusuf aynı coğrafyada iki yaralı yürek. Kader onları kardeş kıldı…
Yusuf, Zühre’nin mücadeleci ruhuna saygı duyan, bu anlamda ona destek veren bir kardeştir…
Yusuf, yalnızlığı seven belkide yalnızlığa mahkum edilen biridir. Edindiği düşünceler sebebiyle marjinal kabul edilen bir kişiliktir…
Bu sebeple hep yalnızlığı seven fakat kapılarını kimseye kapatmayan biridir…
Cafede tek başına oturan Yusuf, acı kahve ve sigarasını içerken birden Zühre çıka geldi yanına ve:
-Selam Yusuf nasılsın?
-Aleykum selam Zühre hoş geldin, hangi rüzgar attı seni buraya? Beni boş ver sen nasılsın?
-Bilmiyorum. Çok halsizim, dün yine baygınlık geçirdim. Annem bana çok olumsuz ifadeler kullanıyor, çok ağrıma gidiyor Yusuf. Artık kaldıramıyorum.
-Bu coğrafyada anneler hep böyledir. Kız çocuklarından çok erkekler çocuklarını severler. Fakat anlamak mümkün değil, Oysa erkek çocuklarını kızlardan daha çok seven bu anneler bir zamanlar bu geleneğin içinde horlanmış, eziyet görmüş kızlardı… Ve eziyet görmüş bu anneler eziyet edici bir kimlik edinmişler…
-Çok doğru. Kız çocuklarını yok saymaları, sanki onların çocuğu değilmiş gibi davranmaları çok üzücü Yusuf…
-Bak Zühre sen ki bu geleneğin içinden çıkıp gelmişsin buralara kadar. Bu geleneğin ızdırabını çok iyi bilen birisin. Buna rağmen sen kendini neden bırakıyor, kendine neden dikkat etmiyorsun?
Zühre ağlayarak cevap verir Yusuf’a.
-Elimde değil Yusuf. Ben kötü bir kadın değilim, ben haysiyetimi asla çiğnemedim… Onurumla yaşıyorum. Ağır bedeller ödedim. İki çocuğumla hayata tutunmaya çalışıyorum… Ben bir anneyim aynı zamanda bir babayım…
Zühre, çok zorlu bir evlilik süreci geçirmiş, her şeye rağmen yuvasını korumak için elinden geleni yapmış fakat tek taraflı fedakarlığın hiç bir şeye yaramadığını yıllar sonra anlamış ve boşanma kararı almıştı. Boşanma sürecinde ailesinden hiç bir destek görmemiş aksine ailesi Zühre’ye boşanmaması için yoğun baskılar kurmuştu…Tek başına verdiği mücadelede boşanmayı başarır.
Bir çok mali hakkından vazgeçen Zühre iki çocuğuyla hayat mücadelesi veriyordu. O hem bir anne, hem çalışan bir baba idi..
-Farkındayım Zühre. Zorluklar içinde yaşayan bir insana “takma kafana, boş ver, dikkat etmelisin kendine” demek belkide o insana hakarettir. Hüzünlü olmayan bir yürek hüzünlü bir yüreği kolay kolay anlayamaz. Zorlukları yaşamamış, acıyı iliklerine kadar tatmamış bir insan acını hissedebilir mi?
-Darbe içeriden olunca acısı daha ağır oluyor Yusuf. Yabancıların söylediği sözleri hiç takmam ama annem, ağabeyim gibi yakınlarımın sözleri birer kurşun gibi saplanıyor yüreğime…
-Haklısın. Fakat zaten asıl acı olan bu değil mi? Peki böylesi acılara karşı nasıl bir savunma gerçekleştirmeli insan? İnsanın insanı anlamadığı bir dünyada insan gerçekten yalnızdır. Garip bir dünyada yaşıyoruz. En yakınımız bizi anlamazken bir de bakıyoruz ki beraber yemek yemediğimiz, çay içmediğimiz, gezmediğimiz, hatta adını dahi bilmediğimiz bir insan çıkar karşımıza ve söylediğimiz bir sözle bizi öyle derinden anlar ki adeta dünyamız değişir, ruhumuza, yüreğimize nefes olur…
-O insanlar birbirinden ya uzak ya da hep geç kesişir yolları… Bak Yusuf, ben zaten ölüyorum, ben öldükten sonra gömsünler beni toprağa ama onlar canlı canlı gömmek istiyorlar beni toprağa. Artık kalmadı Yüreğimde derman…
Aslında Zühre çok güçlü bir kadındır. Sergilemiş olduğu hayat mücadelesi takdire şayandır. O yok oluştan varoluşa doğru ilerleyen bir kadındır. Fakat her yüreğin tahammül gücü mutlaka sınırlıdır. Zühre’nin kaçırdığı bir şey vardı, o da; yürek beslenmediği takdirde zayıflar, metanetini yavaş yavaş kaybeder ve mağlubiyete teslim olmak gerçeğidir. Bu anlamda Zühre’nin yapması gereken şey, kendini, zihnini, yüreğini ve iradesini daima beslemesidir… Beslenmeyen her şey zayıflar, gücünü kaybeder…
-Bak Zühre, demin de söyledim sana, acılar okyanusunda yaşayan insanlara “takma kafana, boş ver” demek çok ucuz yaklaşımlardır. Altı boş, tipik bir teselli sözüdür. Ama ben senin neler yaşadığını gayet iyi biliyorum o yüzden dikkat etmelisin kendine diyorum. Şayet kendine dikkat etmezsen ne olur biliyor musun? Yıllardır verdiğin mücadele yok olur, sen ölünce çocukların tekrar o geleneksel törenin içine düşer ve bağımsızlıklarını kaybederler. Peki senin çocukların için verdiğin mücadelenin sonu bu mu olacak? Kendine dikkat etmezsen, bütün emeklerin heba olur. Ben bu gerçekleri görerek kendine dikkat etmelisin diyorum Zühre…
Bu sözleri duyan Zühre’nin yüzünde içli bir gülümse hasıl olur ve mutlu bir ses tonuyla şöyle der:
– Yusuf sana söz veriyorum bu saatten sonra kendime dikkat edeceğim…
-Sana son bir şey söylemek istiyorum Zühre, yakınlarından gelecek ağır sözlere karşı sert bir duvar ol, gelen her söz bir top gibi çarpıp geri dönsün onlara…
1 Yorum
Harika
Bu derin ve etkileyici metni okuduğumda, karakterlerin yaşadıkları dramın ve onların iç dünyalarının zenginliğinin altını çizmek istedim. Metninizdeki her bir cümle, Zühre ve Yusuf’un yaşadığı toplumsal zorlukları ve kişisel mücadeleleri, aynı zamanda onların güçlü ruhlarını ortaya koyuyor.
Zühre’nin hikayesi, kadının toplumdaki yerine ve onun karşılaştığı zorluklara dikkat çekiyor. Bu karakter, toplumsal baskılara ve kişisel acılara rağmen, kendine ve çocuklarına bir yaşam kurmak için mücadele eden güçlü bir kadın olarak tasvir ediliyor. Yusuf ise, Zühre’nin bu mücadelesine saygı duyan ve onu anlayan, kendi içsel yalnızlığı ve düşünceleriyle mücadele eden bir karakter olarak çıkıyor karşımıza.
Metniniz, karakterlerin kişisel yolculuklarını ve onların içsel dünyalarını incelikle ele alıyor. Her ikisi de, zorlu koşullar altında kimliklerini, onurlarını ve iradelerini korumaya çalışıyorlar. Zühre’nin gücü ve Yusuf’un anlayışı, bu zorlu coğrafyanın içinde birer ışık kaynağı gibi parlıyor.
Bu metni okurken, karakterlerin derinliklerine inmek ve onların yaşadığı duygusal yoğunluğu hissetmek mümkün. Bu, sadece kurgusal bir eser değil, aynı zamanda insan ruhunun derinliklerine yapılan bir yolculuk gibi. Zühre ve Yusuf’un hikayesi, hayatın zorluklarına ve toplumsal baskılara rağmen insanın içindeki gücü ve umudu hatırlatıyor.