Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal, pireler berber iken, uzak bir
diyarın padişahını bir düşüncedir alıvermiş. Ülkede ne kadar lokman hekim gelip baktıysa da
hastalığına çare bulamamış. Günden güne erimekte, giderek güçsüz düşmekteymiş ama asıl
derdi daha on yaşındaki oğluna, ülkenin sorumluluğunu çocuk yaşta bırakmak zorunda
kalmakmış. Ona anlatmak ve öğretmek istediği daha nice çok varmış ama hastaymış işte!
Duruma çok üzülen şehzade de kendince çareler ararken bir gün kâhinin methini
duyup sabah erkenden gizlice ziyarete gitmiş. Kâhin ona “Ben de seni bekliyordum evladım”
deyince çok şaşırmış. “Demek ki gerçek bir kahinmiş ki geleceğimi önceden gördü” diye
düşünmüş.
– Padişahımızın derdine deva Anka kuşunun yumurtasıdır ama önce benim derdime
derman olman lazım” demiş.
– Nasıl olacağım ki?
– Uzak bir derede bir balık yaşar o balığı yakalayıp bana getirirsen ondan yapacağım
ilaçla karnımdaki yarayı iyileştireceğim.
Kâhinin gösterdiği yarayı görünce çocuk çok üzülmüş ama asıl önemli olan babasıymış.
Tam söze girecekken kâhin devam etmiş.
– Biliyorum baban için buradasın ama önce o balığı yakalayamazsan yolu bulamazsın.
– Peki yakalayınca ne yana gideceğim?
– Yol sana görünecek, merak etme. Eğer Anka kuşunun yumurtasını rızası olmadan
alırsan işe yaramaz, hem zaten seni de sağ komaz. Sakın unutma, güneş batmadan çiğ
yumurtayı mutlaka babana içirmelisin yoksa padişahımız ölecek!
Hemen yola koyulan şehzade kâhinin söylediği yere ulaşmış, dere iki kayalık tepenin
arasında kalan dar bir boğazdan akıyormuş. Topraktan çıkardığı solucanı yeleğinden söktüğü
kilitli iğneye takmış, don lastiğinden yaptığı oltasının ucunda dereye salıvermiş. Zaman hızla
ilerlerken birden olta ağırlaşıvermiş. Hemen oltayı çekmiş ki bir de ne görsün, göz alıcı, harika
renklere sahip, pulları çok parlak bir balık ona bakıyormuş. Balık birden dile gelmiş,
– Ne olur beni serbest bırak, çocuklarım var akşama beni beklerler, kıyma bana!
Balığın ağladığını ve çok yalvardığını gören şehzade dayanamayıp, onu bırakmaya
karar vermiş.
– Eh, ne yapalım çocukların babasız kalmasın, var git o zaman çocuklarına.
– Aslında ben kâhinin hayaliyim eğer beni serbest bırakmayı düşünmeseydin, acımasız
biri gibi davrandığın için sınavı geçemeyecektin.
Bunu söyledikten sonra birden zıplayıp suya dalmış ve gözden kaybolmuş. Çocuk daha
şaşkınlığını atamadan büyük bir gürültüyle irkilip arkasına bakınca kayaların aralandığını
görmüş. Oluşan dehlizden içeri girince kayalar yine kapanıvermiş ve önünde uçsuz bucaksız
merdivenleri görmüş.
Merdivenleri çıkmış, çıkmış, çıkmış ve nihayet parlak bir ışık görünce son bir gayret
kendini dışarıya atmış. Geldiği yer çok yüksek bir dağın zirvesiymiş ve karşısında
yumurtalarının üzerinde oturan Anka kuşu duruyormuş, dikkatle ona bakıyormuş.
– Söyle bakalım küçük insan neden buradasın?
“Babam için” diyen şehzade bütün hikâyeyi anlatmış. Bunun üzerine Anka kuşu şöyle
demiş;
– Sana bir tek sualim olacak. Eğer bilirsen sana yumurtalarımdan birini vereceğim ama
muvaffak olamazsan seni akşam yemeğim yapacağım.
Ürperen çocuk çaresiz, “Hazırım, haydi sor” demiş.
– Önce dört ayaklıdır sonra da iki ayaklı, nihayetinde üç ayakla biter hayatı. Bil
bakalım nedir bu canlı?
Çocuk biraz düşündükten sonra “İnsan” diye cevaplamış.
– Evet doğru. İnsanoğlu emeklerken dört ayaklıdır, büyüdüğünde iki ayaklı ve
yaşlanınca da bastonuyla yürüyen üç ayaklıdır. Eh, madem cevabı bildin sana yumurtamı
vereceğim”
Şöyle bir etrafına bakınan şehzade, üzgün bir ses tonuyla şöyle demiş;
– Ama hava kararmak üzere artık yetişemem ki!
– Hımm! Bir fikrim var! Yuvadan bir yumurta al ve atla sırtıma.
Çocuk hemen denileni yapmış. Anka kuşu, onu babasının sarayına bir çırpıda
getirivermiş.
– Merak etme baban iyileşecek, gene eskisi gibi olacak.
– Çok teşekkür ederim yüce kuş, babamı kurtardığın için!
Anka kuşu gülümseyerek havalanmış, uçup gitmiş. Çocuk hemen babasına koşup
yumurtayı içirmiş ve onun hızla iyileştiğini görünce çok sevinmiş. Yine eskisi gibi mutlu mesut
yaşamaya devam etmişler.
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
;