I
Dizginleri sıkı tutmalısın, dedi Zeyna. “Üzengiye sağlam bas, eyeri kavra, komutu sert ver. Kararlı duruş hissetmezsem kafama göre hızlanıp yavaşlarım, gereksiz yerlerde dönmek isterim. Asla müsaade etme. Korktuğunu belli etme.” Sonra kulağıma fısıldadı: ” Biz atlar böyleyiz, ancak komutu sağlam alınca yola geliriz.”
Başını okşadım. Başlığını düzelttim. Artık biliyorum ben bunları, dedim. Dizginleri sıkı tutup yön vermeyi senden öğrenmiştim. Üzengiden ayağın çıkınca daha az paniklemeyi de. Her atın farklı huyu suyu olduğunu ve komut şeklinin ona göre değiştiğini ayrıca. Hepsine aynı vicdanla yaklaşılmaması gerektiğini. Düşecek gibi olduğumda daha sıkı tutunmayı dengemi kaybettiğimde anladım. Hatırlıyor musun?
Şimdi her bir olumsuzluğu arkada bırakıp özgürce koşmayı seviyorum. Arada bir çabucak gökyüzüne bakıp bulutlara göz kırpmayı daha çok istiyorum. Ama… Ama benim nefesim kesiliyor Zeyna, soluğum yetmiyor. Aynı hızda gidemiyorum!
Zeyna on yedi yaşında (kırklı yaşlara tekabül) öksürüklü aksırıklı bir kız. Yerden toz kalktığı anda hapşırmaya başlıyor. Ya da üst üste öksürüyor. Onun da böyle bir solunum problemi var. Otuzlu yaşlarımdaki alerjik öksürüklü hallerimi hatırlatıyor.
” Peki ne yapacağız hayatın bizi öksürten, soluğumuzu kesen tozunu, kirini pasını?” dedim. Sustu.
“Dünyaya bir kadın eli değse Zeyna
Şöyle ağır bir halı gibi çırpılsa, tozlar havalansa “
Kulaklarını dikti, yine mi şiir, dedi. Başını sağa çevirdi. Derin bir nefes aldım. Sol taraftan dizgini hızla çekip başını düzelttim. Evet, yine… Hiç değilse nefes aldırır diyerek tüm gücümle topukladım. Tozlar havalandı. Bütün öksürüğü rüzgara karıştı.
II
Bir insan bir attan neler öğrenebilir? Pek çok terapi, pek çok tecrübe. Karşılıklı hafızalandırılmış, anlatılamayacak pek çok duygu.
Çiftlikte onu ilk gördüğüm zaman diğer atlarla beraber safari koşusundan dönmüş, terinin kuruması için manejde yürütülüyordu. Doru kestane bir Arap atıydı. Yüzünün orta kısmında alnından burnuna doğru genişleyen beyaz sakarı; dikkat çekici, saygınlık uyandıran bir asillik veriyordu. Yeleleri yumuşak ve gürdü. Gözleri iri ve parlaktı. Ayak bileklerinde çapraz sekileri vardı. Eyerini çıkarıp ahıra aldılar. Yanına gittim. Başlığını çıkarıp yularını taktım. Koşunun etkisiyle hala hızlı soluyordu. Burnundan gelen ılık nefesini ellerimde hissettim. Eyerin deri kokusu üzerine sinmişti. Sonra o insanı mest eden safi at kokusunu içime çektim.
Yedi göbek ailesi belli bu Arap atlarının bütün heybeti ve asilliği ilk önce baş ve boyun bölgesinde toplanmış sonra duruşuna, bacak yapısına, toynaklarına ve tüm endamına yayılmış vaziyetteydi. Bir Arap kısrak yürüyüş yolunda ince uzun boynuyla belirdi mi; dağın taşın tonuyla masmavi göğün birleşiminin tüm renk ve ahenk tablosuna esas özne olurdu. Bedenlerindeki asalet ruhlarında da mevcuttu. Sıcağa ve susuzluğa dayanabilmeleri, uzun süre dörtnal koşabilmeleri zorluklara tahammüllü yapılarının sonucuydu. Ama en önemli özellikleri ve insanları en çok cezbeden tarafları sahiplerine sadık birer dost oluşlarıydı. Diğer at cinsleri içinde rağbet görmeleri bu yüzdendi.
Safkan bir Arap manejin içinde şöyle serbestçe salınıp arzıendam ettiğinde önce gözlere sonra ruhlara hitap ederdi. Kırbaç yere doğru sert bir hamleyle şakladığında önce tatlı bir hoplayış, ikinci hamlede üç ayağı birden bir kaç saniye yerden kesecek bir kalkış ve ardından iki ön ayağın keskin bir paralellikle çapraz çapraz yere değişi… Saniyeler içinde toz duman…Koştukça havada daireler çizen bir kuyruk … Uçsuz bucaksız bir savanada yalnız gezen yeleli erkek aslanın kendinden emin yürüyüşü yahut sarsılmaz bir güçle sakin ve azametli bir kartalın gözüne kestirdiği avına doğru yükseklerden uçuşu en fazla bu kadar ihtişamlıydı. Güzellik, dostluk, sadakat, görkem, tefekkür kavramlarının her birinden bir şey barındırıyorlardı kendi alemlerinde. Farkındalıkları, duygusal hafızaları, sosyal zekaları güçlüydü. Bununla beraber hırs, kıskançlık, anlık huy değişimleri de diğer hayvanlara göre daha keskindi onlarda. Tıpkı insanlar gibiydiler. Hepsi de ırkının genel özelliklerinin haricinde ayrı karakterdeydiler. Bazen iki tanesi samimi oluyor, beraber otluyor, beraber dolaşıyor. Bazıları da asil soydan gelse bile kimseyle geçinmiyordu. Bir sabah koşusu sırasında iki at arasında bir sürtüşme olmuş, hırçın bir kısrak köşeye sıkıştırdığı hayvana olanca gücüyle çifte savurmuştu. Yeni çakılan nalların keskin tarafı diğer kısrakta sıyrıklar açmıştı. Bağrışmalar, kişnemeler güvercinleri korkuttu, köpekleri uyandırdı. Yaralanan hayvan uzaklaştırılırken hırçın kısrak da ahıra kapatıldı. İki gün sonra bu iki hayvanı manejde birlikte gezinirken gördük. Hoplayıp zıplamaları, anlık parlamaları, coşup şahlanmaları, homurtuları; insan hayatının olur böyle şeyler dediğimiz türünden hayat yankılarıydı. Çoğu gençti henüz. İnsan kanının deli aktığı çağı yaşıyorlardı.
Ama Zeyna çiftliğin en yaşlı en bilge atıydı. Çok şey öğrendim ondan. Özgürlüğün başka başka hallerini yaşadık beraber. Rüzgarı birlikte yakaladığımızda kalp ritmimiz aynı ayardaydı. Ondan uzak olduğum zamanlarda durduk yere burnuma bir yerlerden mistik bir at kokusu hasıl olurdu. Hemen ilk görüşmemizde Zeyna uzaktan beni gördüğü anda şımarıp başını sallamaya ve kişnemeye başlardı. En çok safari koşusundan döndüğünde terini kurularken yüzünü omzuma yaslamayı severdi. Koşturmak için karnına topuklarımla vurmaya çoğu zaman kıyamazdım. Hayat gibiydi Zeyna. Dizginlerin yaşamdaki kontrollerimiz, üzengilerin temkinliliğimiz olduğunu, mantığı öteleyerek sırf duygularla yürümenin yol almak olmayacağını ya da salt mantıkla duygusuz hareketlerin değersizliğini hep onunla yaptığımız manej gezilerinde içselleştirdim. Kelimeleri de kendisi gibi rüzgarlıydı. Zeyna bambaşkaydı.
III
Toros yaylalarının kısa süreli sonbahar yağmurları iyiden iyiye başlamıştı. Bazen birden inen yağmur kısa sürede kesilince geriye gökkuşağı ve mis gibi bir tabiat kokusu bırakırdı. Böyle pırıl pırıl bir havada hafif ıslanan kumların üstünde at binmek insana müthiş iyi gelirdi. Yağmurun yeni dindiği bir ikindi vaktinde çiftliğe iki adam geldi. Bir müddet oturup uzun uzun konuştular. Sonra at binmek istediklerini belirttiler. Seyis genç ve hızlı bir demirkırı eyerledi. Başında kovboy şapkalarına benzer bir şapka ve elinde kırbacıyla adamlardan biri çevik bir hareketle atın üzerine atlayıp çabucak hızlandı. Birkaç tur attıktan sonra oturdukları masanın hizasına geldiğinde şapkasını yere atıp kırbacı havada sallayarak ikinci bir komutla tekrar hızlanıp dörtnala devam etti. Maneji çevreleyip şapkanın hizasına gelince yine hızlı bir manevrayla bağırarak şapkayı yerden aldı. Üst kısmı yağmurdan ıslanan kumlar at koştukça alttan kuruları yüzeye çıkarıyor, geniş daireler çiziyordu. Bu birkaç turluk görsel şölene bazı atlar da bulundukları yerden kişneyerek eşlik ettiler. Başka masalarda oturan at sahipleri adamı alkışladılar. Yalnız Zeyna bu koşuyla ilgilenmedi. Gözü uzaklardaydı. Adamlar giderken yola doğru kaybolan araçlarının ardından kulaklarını dikip uzunca kişnedi. Bu kişneme aşağı çiftlikler ve yukarı yaylalara doğru yankılandı.
Zeyna o günden sonra birkaç gün kimseye yaklaşmadı. Yemini doğru dürüst yemedi. Zorla eyerlendiyse de kimseyi bindirmedi. Hatta yerinden bile ayrılmak istemedi. Yağmurlu bir günün gecesinde kişnemenin, homurdanmanın ötesinde bir inleme bağırma arası sesler çıkararak çiftlikte herkesi uyandırdı. Yanına gittiğimizde ter içindeydi ve mecalsizdi. Bir güçle mücadele etmiş ve yorgun düşmüş gibiydi. Sağ arka bacağının üstünde kendini sağa sola çarpmış olmalıydı ki ikisi büyük birkaç sıyrık vardı. Ağrı kesici iğne yapıldı.
Uyuyamadım. Yüzyıllar boyu insanın hep yanında olmuş, savaşta barışta yük taşımış, varlığıyla ruhlara dokunmuş bu hayvanlar ne kadar da bizim gibiydiler. Kocaman bedenlerinin altında ne kadar kırılgan yapıları vardı. Sabah ilk işim Zeyna’ya iyi gelecek bir terapi uygulamak oldu. Yanına gittiğimde her yeri gübre saman karışımına bulanmıştı. Her zaman ayakta uyuyan bu hayvan dün gece yatarak uyumuştu. Önce iki kez tımar yaptım. Doğradığım meyve kabuklarını yedirdim. Sitemli gibiydi bakışları. Yanağını okşadım. Tahmin ettiğim korkuyu yaşadığını hissediyordum. ” Korkma, senin yerin hep burası, hep burada kalacaksın. Kimse göndermeyecek seni.” Yüzünü omzuma dayadı, dayadı. Derin nefes aldı. Birkaç homurtunun ardından uzunca kişnedi. Diğer kızların koştuklarını görünce hareketlendi. Onlarla beraber sabah koşusu yaptılar. Rahatladı, güvensizliği azaldı.
O gün Zeyna’yı hiç bırakmadım. Neşeliydi ama düşünceli hâli yokluyordu arada bir. Bu birkaç günde ve özellikle dün gece gördüğü rüyadan sonra sanki gözlerinin üstündeki yılların oturttuğu halkalar daha belirginleşmişti.
Ertesi hafta bir öğle vakti tüm atlar önce kaygan yolda şakırdayan nal sesleriyle ardından ani korna ve fren sesine karışan yakıcı bir kişnemeyle irkildiler. Yularından boşanan bir hayvan parlayıp yola fırlamıştı. Araç çarpması sonucu iki ön ayağına ve göğsüne darbe almış, ayağından biri kırılmış, göğsü de kan içindeydi. Bir at son kez koşmuş, son kez durmuştu dizginsiz yularsız. Ve şimdi yere uzanmış yatıyordu. Kalabalık sesler ve koşuşturmalar arasında olay anlaşılınca sahibinin de onayıyla kaçınılmaz sona giden o karar mecburen verildi. Biraz sonra kulakları sağır eden bir silah sesi duyuldu. Güvercinler kanat çırptı, köpekler koşuştular. Arap atları, taylar ürküp şaha kalktılar. Bu sesler arasında vurulan atın iniltileri duyulmadı bile. Bir rüzgar esti, bulutlar dağıldı. Bir rüzgar daha esti toz dumana karıştı. İnsan ve hayvan sesleri topyekun bir uğultuya dönüştü. Nefesim kesildi, öksürüğe boğuldum. Hayvanlar yuvalarına kaçıştı. Sonra sesler yavaş yavaş kesildi. Şiddeti azalan rüzgar da bir müddet sonra sustu.
Hangi komuttu Zeyna’ yı ölüme dörtnal koşturan? Bir gün çiftlikten uzak rastgele bir yerlerde yaşayıp sessizce ölmektense bu ani gelen kaçınılmaz ölüm ona daha onurluca gelmişti belki.
Köpeklerden bir tanesinin yol kenarına doğru koştuğunu gördüm. Yerden bir nesne alıp bana doğru geldi ve halden anlar bir bakışla biraz bekledikten sonra ağzıyla kavradığı at nalını yere bıraktı.
3 Yorumlar
Çok anlamlı
Bu hikayeniz, adeta bir insan ve bir atın dostluğuna dair içten bir şarkı gibi. Zeyna’nın yaşadığı hayat, sizden öğrendikleri, verdiği öğütler ve sonu, derin bir anlam taşıyor. Sadece bir atın değil, özgürlüğü, dostluğu, sadakati, acıyı ve kaybedişi sembolize eden bir ruhun anlatımı gibi.
Atlara yüklenen anlamları ve onların insan yaşamına yansıttığı dersleri incelikle kaleme almışsınız. Zeyna’nın onurlu, vakur duruşu ve hayatı boyunca edindiği bilgelik, ölüme doğru koşarken bile hissediliyor. Son anında bile onuru koruma isteği, onun derin bir karakter yansıması. Anlatımınız, her okuyucunun bu dostluktan kendi payına dersler çıkarmasını sağlıyor.
Atlar, tarih boyunca insanla beraber yol almış, savaşta, barışta, sevince ve kedere tanıklık etmiş canlılar. Onların sadakati, sizin de dediğiniz gibi, insanlara adanmış dostlukları ve insan gibi duyguları, hikayenizde muazzam bir şekilde yansıtılmış. Zeyna’nın hüzünlü sonu, yaşamın değişmez döngüsünü hatırlatıyor; bir gün hepimizin gideceği o kaçınılmaz sona hazırlık niteliğinde.
Hikayeniz, sadece bir atın hikayesini anlatmakla kalmamış, okuyucuyu doğanın, hayvanların ve dostluğun saf güzelliğine götüren bir yolculuk olmuş. Sizin ve Zeyna’nın bu yolculuğu, zamansız bir dostluk hikayesi olarak kalplerimize dokundu. Yüreğinize sağlık.
Teşekkür ederim.
Sevgili Ayşegül Hocam’ ın kaleminden yine güzel bir öykü okuduk. Kaleminiz, kelamınız susmasın hocam.Teşekkür ederiz. Nicelerine…