Ateşi yanan ocaklarımıza…
O, ocaklardaki can kafeslerine…
O, can kafeslerindeki can ateşlerine…
Can suyu pınarlarına…
Anadolu’nun, insan parçacıklarına…
Kadim insanlık;
Ekim ayında,
Yaprakların, güneşin yedi rengine büründüğünü,
İlk, ne zaman fark etmiştir acaba?…
Bir,
Ekim anaforu içinde,
Tüm çocuk yüreklilerin,
Saklambaç oynadığını gören olmuş mudur ki?…
Gözbağı,
Kimin gözlerini,
Ekim gecesine çevirmiştir?
Sımsıkı yakalanan çocuk kimdir acaba?
Adı nedir?…
Hangi hilal,
Ekim hilalinden daha zarif olabilir?
Hangi hilalin çeperleri,
Her akşam,
Hangi ışık işçileri tarafından,
Elleri ve yürekleri gökyüzüne uzanarak,
Sırma sırma örülmektedir?…
O hilal,
Hangi can suyu ile,
Hangi can ateşlerinden geçerek,
Dolunaya erişmektedir?…
Bu ayda,
Toprağın koynuna sokulur tüm tohumlar…
Eyyy!
Hıdırellez’in bereket tohumları!
Koca kış, nasıl örter gecelerinizi?…
O gecelerde hilal,
Nasıl salınır göğünüzde?
Hangi ayda açar yürekleriniz?
Kemale erişmiş bir dert ile,
Nasıl yürünür yolculuklar?…
He, he, heyyy!!…
Gel,
Eyy! peymane gönül, gel!…
Seni,
Ne kadeh sarhoş eder,
Ne de mey…
Kavrulmayı bilmeyen,
Ne bilsin kahve kokusunu?…
Yan!…
Usul, usul yan!…
Yan ki;
Çiğler,
Özünde şiire uyansın…
Yan!…
Yan ki;
Didar-ı dillerin figana dalsın…
‘Aşk, uyanıştır’ diyor,
Anadolu’lu koca çınar…
Bu uyanış için,
Her mevsim, ekimbahar…
Ekim rüzgarı, ney’e üflerse,
Ney, nasıl iniler?
Hangi semazen derviş,
O iniltiyle,
Nasıl semah eder?…
Ekim gecelerinin,
En parlak ve en uzak yıldızı hangisidir?
O yıldız da,
Hangi çocukların, gözlerinin izi belirir?
Ölüdeniz dinginliğinde,
Ekim akşamüstleri…
Bütün duyguları talan etmişler,
Eski zaman korsanları…
Geriye;
Bir can kafesi kalmış,
Bir de can ateşi…
Ateşin üstünde kaynar,
Taşar ,
Can suyu küfesi…
Kıyıların tek mirası;
Rüzgarın fısıltısı ve
Dolunaydaki göz izleri…
Tüm balıkçılar,
Barınakları onarıyorlar,
Yeni bir fırtına öncesi…
He, he, heyyy!!
Kıyıların,
Kızgın kumlarına tutunmuş çocukluklar!…
Koşun !
Oynayın!
Kumdan dünyalar yapın,
Bozun…
Bu oyunu, ancak siz hak edersiniz…
…
Dalgın,
Duraksar derd-i kemalim…
Hissedilen tek koku;
Işık işçilerinin,
Düş işçilerinin ter kokusu….
Duyulan tek ses;
Ney iniltisi….
Başucunda,
Bir dervişin gölgesi…
-.-
1 Yorum
Mükemmel
Anadolu’nun sadece topraklarını değil, aynı zamanda onun eşsiz ruhunu, tarihsel dokusuyla, kültürüyle ve doğasıyla bu toprakların gizemini ve büyüsünü yansıtıyor. Şairin kullandığı imgeler ve metaforlar, okuyucuyu bir yolculuğa çıkarıyor; bu yolculukta, eski zamanların sesleri, dervişlerin dönüşleri, çocukların masum oyunları ve Anadolu’nun sıcak kucaklaşmasıyla karşılaşıyoruz. Şiirin her bir kelimesi, bu topraklarda yaşanmışlıkların ve hikayelerin bir yankısı gibi. Eser, sadece bir şiir değil, aynı zamanda bir meditasyon, bir tefekkür gibi. Şairin kaleminden dökülen bu sözcükler, Anadolu’nun kalbinden gelen bir ezgi gibi. Bu eseri okumak, gerçekten bir zenginlik. Tebrik ederim, değerli yazar. Bu derin ve etkileyici eserinizi bizimle paylaştığınız için teşekkür ederim.