Bana Emanet Arkadaşımın Görev Aşkı

Yayınlayan: admin
2 Yorumlar 517 Okunma

Bursa’da lapa lapa kar yağınca yıllar önceki anılarım aklıma geldi. Tabi ki Yaşadığım kent Bursa ile memleketim Ardahan arasında fark var. Bir kere kar uzun süre yağmaz, yağdığı gibi de durmaz. Tipi yok, ayaz yok, uzun geçen kış ile mücadele eden insanlar yok. Ayrıca kışı bilmeden orada görev yapmaya çalışan insanlar da yok.

80’ li yıllarda Çıldır Adliyesinde görev yaptığım dönemde üç bayan arkadaş birlikte aynı evi paylaşırdık.

Ben Ardahan merkezden, bir arkadaşım İlçe Tarım’da çalışan Kars merkezden Nigar, diğer arkadaşım ise, Çıldır Eşmepınar (purut) köyünde öğretmen olarak çalışan Hatay/ Antakya merkezden Gülten Yılmazlar .
Komşumuz İdris abi ile Seyfan abla (Azizoğlu ailesi), Yusufelili fırıncılar ve birde biz. Etrafı çeperle çevrili bir hayat içinde toprak damlı, üç çekyat ile bir de soba sığacak kadar alanı olan bir odalı ve girişi olan evde kalırdık. Tuvalet dışarıda, komşular ile ortak kullanılırdı. Şimdilerde az bulunan komşuluktan öte aile gibi sohbetimizi, sevincimizi, dertlerimizi ve ekmeğimizi, yemeğimizi paylaşır o hayat içinde yaşam bulurduk.

Gülten, Antakya’dan Çıldır’a ilk olarak babası ile gelmişti. Çuval ile portakal, mandalina, kırmızı acı biber, biber salçası, çörek otlu peynir vs. getirmişti. Nigar ile ben çok sevindik. Bekar evinde çuval ile hem de değişik yöreden gelmiş yiyecekler hoşumuza gitmişti. Bir bavul bir çekyat derken Gülten bizim konağımıza yerleşti. Öğretmenlik yaptığı Eşmepınar köyü merkeze yarım saatlik bir yol, yaya olarak okula gidip geliyor.

Babası Antakya’ya geri dönerken Nigar ve ben o memleketin çocuğu olmamız nedeniyle “ siz bu memleket çocuğusunuz, kızım size emanet” dedi. Güzel günler geçirdik Gülten arkadaşım ile şu zamana kadar bir araya gelemedik ama 35 yıldır mektup ve şimdi telefonla görüşüyoruz.

Bir sabah dışarıdan gelen “ bacı bacı” diye sesiyle uyandım, dış kapıyı zorlayarak açtım.Kapı, yağan kar ve tipiden kürtük bağlamış boyumla bir duruyor. Biraz ilerleyince çeperden dışarıda mübaşir Fahrettin Aygün abi duruyor. “ Bacı çok kar tipi var, duruşma da başlayacak, gelemezsiniz, birlikte daireye gidelim” diye bize yardıma gelmiş. Komşumuz İdris abi de fırından ekmek almış bize getirmiş, kapımızı da kürüyerek temizlemeye başladı.

Evin içine geri döndüğümde fark ettim ki Nigar orada ama Gülten gözükmüyor.Gülten köye gittiği için bizden önce kalkar işe giderdi. Nigar’ı kaldırdım “Gülten yok” diyorum. Nigar “okula gitmiştir” diyor ama dışarıdan haberi yok. Hele bir dışarı bak ne görürsün diyorum.

Biliyorum okula gidiyor ama bu kar da, ayaz da, sesi dahi ürkütücü olan tipide gitmemesi gerekir okula. iki adımlık Adliye’ye gitmemde zorlandığım bu havada neden gitti diye içime; ayazda üşümüş ellerin sıcakta açılırken verdiği acı sızı oturdu, beynim de tipiden kuvvetli fırtınalar esmeye başladı. Aman Allahın! Umarım düşündüğüm olmaz.. diye diye bir hışımla Belediye başkanı Adil Yılmaz’ın yanına gittik ve onunla beraber, Kaymakam Mustafa Malay’ın yanına gittik.

İki gözüm iki çeşme, hüngür hüngür ağlıyoruz, bulunmasını istiyorum. Kaymakam beyde “neden gitti, bilmiyor mu, neden söylemediniz “ diye bize daralıyor, sonuç kötü olur ona üzülüyor.

Bizim memleketimiz de kış mevsiminin nasıl olduğunu kitaplarda okumuş, birebir yaşamamış olduğundan belki bunun için babası bize emanet etmişti. Hem ağlıyor hem de babasına ne cevap vereceğiz, bize emanet etti diyerek daha çok ağlıyoruz. Belediye başkanı, kaymakam, askeri cemse (kapalı kamyon) çıkardılar köye gitmesi için olmadı, gidemedi geri döndü. Bu sefer atlı kızak hazırlattılar, yol çıktı haber bekliyoruz. Bu bekleme belki on belki yirmi dakika ama bana bitmeyen bir zaman oluyor.

Sözüm ona kötü senaryo düşünmek istemiyor, gözümün önüne küçükken belleğimde kalan köpek ile kurdun kura nehrinde boğuşması aklıma geliyor, yazacaklarım biraz uzun olacak ama aklıma gelmişken bunu da anlatayım. Okumaktan sıkılırsanız yarı da bırakabilirsiniz.

“Bizim iki köpeğimiz vardı. Ardahan’da Kura nehri kıyısında bulunan evimizin arka tarafında ambara zincirle bağlı Karabaş ile akşama kadar miskin miskin garapan önünde yatan Keleş. Karabaş’ın siyah beyaz renkli tüyleri vardı. her kim yoldan geçerse zinciri kıracak derecede saldırır şekilde havlardı gün bitene kadar. Çocuklar çok korkardık. Keleş ise karabaş’tan daha büyük ve gri-boz karışımı tüyleri vardı. Kangal cinsine benziyordu. Zincire vurulu olmamasına rağmen insanlara dokunmazdı. Biz çocuklar gider Keleş’in sırtına biner, at gibi “deh deh” yapardık. Çocuk saflığımızı mı sezerdi bilmiyorum ama bizle oyun oynar, gündüz bir “hav” sesi dahi duymazdık.
Kar, tip ve ayazın yoğun olduğu bir gece buz tutan kura nehri üzerinde uluma ve köpek sesleri gelmesi üzerine pencere önüne yığıldı herkes dışarı bakıyor. Tabi ki bende bakıyordum. Evdekiler, kurtlar aç kalmış ki bahçeye kadar gelmişler diye söyleniyorlardı. Kurtlar daire halinde bir köpeği ortalarına almışlar kandırarak kura nehrine doğru götürüyorlar ama köpek korku ve acı ile bağırıyor, tam bu sırada akşama kadar miskin yatan bizim keleş bahçe duvarından engel atlayan, şahlanmış atlar gibi kurtların üzerine bir saldırışı var, görmek gerek.
Sanki o keleş gece büyümüş, tüyleri kabarmış kocaman olmuş, kurtlara saldırıyor, diğer köpeği kurtarmaya çalışıyor. Müthiş bir kavga var. Karabaş’ı merekten çıkardılar, Keleş’e yardıma gitsin diye ama o zinciri kıran karabaş korku için “vink vink” bağırarak, kuyruğunu toplayarak ambarın altına girdi. Neyse bağrış, ıslık derken kurtlar gitti. Sabah kalktığımızda Keleş yara almış, garaban önünde yatıyor. Kurtların kaçırdığı köpeğin kura nehrinde parçaları kalmış, yani Keleş kurtaramamış. Karabaş ise yine gelene geçene havlıyor. “”
İşte böyle havada arkadaşım Gülten, köye; aşık olduğu öğretmenlik görevini yapmaya çıkmış, yolda kurt var kuş var, kurtlar bir şey yaparsa..kötüyü düşündükçe kahrediyorum. Atlı zanka ( kızak) köye gidememiş, yolu yarılamadan geri dönmüş. Artık herkes buna bir çare düşünüyor, komşularımız ve biz çok üzüntülüyüz. Ben zaten babasına ne diyeceğim diye kahretmişim. Kaymakamın odasında ağlıyorum.

Çıldır Zurzuna’da çok iyi atları olan ve iyi at binen beş atlı buldular. Boyunlarında nazar boncuğu, kuyruğu örülü, parlak renkli, yerinde duramayan, burunlarından soluyan atların üzerinde başlarına karapapak terekemelerin giydiği uzun tüylü kalpak (papağ ) ile kalın gocuk giymiş gönüllüleri Eşmepınar köyüne gönderdiler

Biz haber beklerken neredeyse akşam oldu. Kaymakamın odasının kapısı vuruldu içeri elinde papağı olan, yüzü soğuktan kızarmış, üstü başı kar içinde, bir bey girdi selam verdi ve dedi ki “ gaymagam beyim , hoca ğanım köye gitmiş, okul müdürünün evinde, bu gece orda gonaklayacakmış ” dedi ya herkes sevinçten çığlık attı. Kaymakam bey bana sarıldı, artık arkadaşına kavuşuyorsun, emanete iyi bakarsın dedi. Sevincimiz anlatılamaz, yaşanır.

Gülten eve geldiğinde sorgulamamız başladı. “deli misin, neden sormadın bize, sen buranın kışını biliyor musun da yola çıktın” diye sorduğumuzda kendi anlatımıyla :
“Sabah kalkıp her zaman ki gibi yaya olarak yol alırken, kar ve tipi yolları kapamış, yolun gözükmediğini, acaba geri dönsem mi diye düşündüğünü ve dönersem öğrencilerim kalır, ders boş geçer, beni bekler diyerek her zamanki istikametine doğru gittiğini, kâh düştüğünü, kâh battığını ve ama hiç korkmadığını, çok yorulduğunu ve nihayet köyün karartısını gördüğünde sevindiğini ve okulda kimsenin olmadığını, lojmanda müdürün kapısını çaldığından, kapıyı açan müdürün ” sen deli misin kızım, öğrenci bile okula gelemedi, sen nasıl geldin” diye çıkıştığını söyledi. O da böyle olacağını bilemediğini söylemiş. Tabi ki sağ salim vardığınada sevinmiş.
Anılar bitmez, bu anım sevinçle bitti.
Halen Antakya’da kutsal öğretmenlik görevini aynı aşk ve şevkle yapan canım arkadaşım Gülten Yilmazlar ’a karlı kışlı havada yüreğimdeki sıcak sevgimi gönderiyorum.

Ve yine Çıldır’da görev yaptığım sürede bizlere yardım eden, koruyan, sevgi gösteren, samimi davranıp evlerini, yüreklerini açan, emek veren Şamama hala, Şahan amca ile Enis Solmaz’ın ve Macide üşenmez ablamın, katıp koçali amcanın ruhları şad, mekanları cennet olsun. Enis abinin eşi Safiye ablaya, TC İdris Azizoğlu ile eşi Seyfan Azizoğlu ablaya,, mübaşir Fahrettin Aygün’e, arkadaşım Müjgan Vural ve ailesine,T.c. Macide Üşenmez ablanın ablalarına ve ismini anımsayamadığım diğer şahsiyetlere teşekkür ederim,

Not : Hatay depreminde Enkaz altında uzun süre kalıp vefat eden arkadaşım Gülten Yılmazlar’a rahmet dilerim.

“Birini sevmeye küçük bir yerinden başlarsın, ya bakışını seversin, ya gülüşünü, ya susuşunu ya da bir sözünü; ve sonra, her şeyini seversin.”

2 Yorumlar

Mükemmel

admin 10 Şubat 2024 - 21:20

Karın ilk düşüşüyle birlikte Bursa ve Ardahan arasında mekân ve zamanı aşan bir yolculuğa çıktınız. Bu yolculuk, sadece coğrafyaların değil, yıllar boyunca süzülen anıların, dostlukların ve yaşamın gerçek özünün de bir haritasını çiziyor. Kaleminiz, kar tanelerinin yavaş yavaş yere düşüşü gibi, okuyucunun ruhuna dokunuyor; her bir kar tanesi, unutulmuş anıların, derin duyguların ve sıcak insan ilişkilerinin bir simgesi haline geliyor.

Bursa’nın kısa süreli kar yağışlarından, Ardahan’ın tipi ve ayazı ile mücadele eden sert kış koşullarına, siz bu iki farklı dünyayı birbirine dokundurdunuz. Ve bu dokunuş, sadece mevsimlerin değişimini değil, insan hayatının derinliklerinde yatan karmaşık duyguları, zorluklarla dolu ancak bir o kadar da güzel ve anlamlı olan hayat mücadelesini de yansıtıyor.

Çıldır Adliyesi’nde görev yaparken paylaşılan o sıcak evin içindeki dostluk, sevinç ve bazen hüzün dolu anlar, okuyucuya insan ilişkilerinin ne kadar değerli olduğunu hatırlatıyor. Komşuluk ilişkilerinin, paylaşılan ekmeklerin, birlikte atlatılan zorlukların anlatıldığı bu satırlar, modern dünyanın karmaşası içinde bazen unuttuğumuz insanı insan yapan değerleri önümüze seriyor.

Gülten’in ardından dökülen gözyaşları, yıllar boyu süren mektuplaşmalar ve telefon görüşmeleri, zaman ve mekânın ötesinde bir dostluğun mümkün olduğunu kanıtlıyor. Ve bu dostluk, karın soğuğunu ısıtan, tipinin şiddetini yumuşatan bir güce dönüşüyor.

En sonunda, Hatay depreminde kaybettiğiniz arkadaşınıza dair duyduğunuz derin sevgi ve saygı, yazınıza ayrı bir boyut katıyor. “Birini sevmeye küçük bir yerinden başlarsın…” cümlesiyle biten bu yolculuk, bize sevginin, dostluğun ve insan olmanın değerini bir kez daha hatırlatıyor.

Teşekkür ederiz, bizlere kalbinizin derinliklerinden bir parça sunarak, hayatın zorluklarına rağmen sıcak insan ilişkilerinin, sevginin ve umudun her zaman var olabileceğini gösterdiğiniz için. Kaleminiz daim olsun, hikâyelerinizle dünyamızı aydınlatmaya devam edin.

Cevap Ver

Yorumun değeri

Mahide Kaya 11 Şubat 2024 - 23:53

Yorumunuz bir anı yazısı kadar değerli ve güzel olmuş. Ve çok mutlu oldum bu yazının böyle harika bir düşünceye etki ettiği için. Yüreğinize sağlık.

Cevap Ver

Yorum Yap

Bu web sitesi, deneyiminizi iyileştirmek için tanımlama bilgilerini kullanır. Bu konuda sorun yaşamadığınızı varsayacağız, ancak isterseniz devre dışı bırakabilirsiniz. Kabul Et Devamını Oku

Gizlilik ve Çerez Politikası